13 Aralık 2012 Perşembe

Empati

Evet, yaşıyorum canlarım. Arada arayı uzatıyorum, kusura bakmayın. Her zaman aynı sıklıkta yazı çıkmıyor. Bazen tıkanıyorum bazen de o kadar çok şey yazmak istiyorum ki konuların istilasına uğruyorum. Bu sefer de onların arasından sıyrılıp bir şeyler yazamıyorum. Suskunluğum bundandır ama sonra açılıyorum. Bu bir doğurganlık dönemi oluyor. Uyuyorum sonra yeni doğan güne apak bir zihinle uyanıyorum. Bu da öyle bir dönem oldu benim için. Suskun dönemlerimde yazmayı bıraktığımı sanmayın. İçimdeki çıkmazdan çıkmaya çalıştığımı bilin yeter. Ben yine gelicem. Onu düşünün.
Hayatta çoğu zaman ikili yaşayan biriyim. Hiçbir şey yazamama ya da çok şey yazmak isteme arasında gidip geldiğim gibi... Gidiş gelişlerim keskin oluyor. Ya o uçtayım ya öbür uçta... Aynı beni tanıtan yazımda yazdığım gibi "bazen her şey bazen hiçbir şey"... Her şeyin iyi ve kötü yanlarını görmeye çalışıyorum. Bu da çok yoruyor çünkü bana yapılan bir haksızlıkta bile karşı tarafı kendi içimde haklı çıkarabiliyorum. Bu da kendimi savunmama engel oluyor haliyle. Yani galiba empati yeteneğini had safhada yaşayan biriyim ama bu hep böyleydi... Hayat tarzı oldu benim için. Ben hep karşı tarafı anladım. Sustum. Kendimi savunamadım. Neyse hayırlısı. Bazen zor olsa da şikayetçi değilim. Bu durum beni sakin olmaya itti ve sakinlik bana çok şey de kazandırdı. Hem de gerçekten çok şey... Mutluyum bu halimden. Hem insan gitgide olgunlaşıyor. Artık insanları olduğu gibi kabul etmeyi daha da başarabiliyorum. Bu ruhuma huzur da verdi. 
Bak yine ne yazacaktım ne yazdım... Size Küçük Emrah'ı anlatacaktım. Onu da yarın yazayım o zaman. Hem konumu da seçtim. İyi oldu:)
Hoşçakalın şekerler...

10 Aralık 2012 Pazartesi

Pazorttesi

Mutlu haftalar efendim. Sizin de masa başında oturup çalışma vaktiniz geldi değil mi?


Ya da benim gibi evdeyseniz de pazartesi günü yaşadıklarınız pek değişmiyor. Bugün insanın biraz daha morale ihtiyacı oluyor. Yani çalışanlar da evde çalışanlara özenmesin, Pazartesiler herkese aynı. Bugünün adını depresiflik günü koysaymışız:) 
Neyse açılalım, coşalım. Geçicek bugün, alışıcaz yeni haftaya. Bakın  alıştık bile... Ooh ne güzelmiş, iyi ki de gelmiş. 
Sabah kahvaltınızın tadını iyi çıkarın...
Hoşçakalın...
Gerçekten kelimedeki gibi hoşça kalın. Ne güzel bir sözcük değil mi! Kullanırken güzel üretilmiş bir sözcük olduğunu unutuyoruz bazen. Kim bulduysa tebrik ediyorum:)

7 Aralık 2012 Cuma

Sevilmeyi Sevmek

Bu kadar mı sevilmeyi seven bir hayvan olur Yarabbi...
Bütün gün otur, hiç iş yapma Sultan'ı sev. Sultan'ın bütün isteği bu. 


Kedilerin de huyları varmış. Kimisi pek sevdirmezmiş kendini. Bir-iki dakika sevdirip gidenler varmış. Bizimkine saatler yetmiyor... Kucağıma geldi mi en büyük zevki sevilirken uykuya dalmak. Aay düşündüm de, kim istemez ki böyle bir şeyi. 
Biz ailecek Sultan'dan çok şey öğreniyoruz. Sultan çok doğal yaşıyor. Ben kendi adıma bazı şeyleri erteleyen biriyim. Sultan'dan ertelememeyi öğreniyorum. Anladım ki insanın ruhu öyle huzur buluyor. O an istediği sevgiyse sevgi alıyor; hem de istediği kişiye gidiyor. Kral yani anlayacağınız. Adının huyunu kapıyor galiba. Bizim evin Sultan'ı... Ha yemek mi istiyor, su mu istiyor gidiyor yiyor, içiyor. Oyun mu istiyor Ada'ya takılıyor. Çok tatlılar. Eğer Ada'nın da keyfi yerindeyse Sultan'ı çok güzel ağırlıyor. Bugün odasında oyun oynuyordu, ben de başka odada çamaşır asıyordum. Herhalde Sultan odasına girmiş olacak ki Sultan'a "Sultan, bak bunlar benim arkadaşlarım." dedi. Çok hoşuma gitti benim de. Barışçıl bir şekilde iletişim kurmalarına bayılıyorum. Ada Sultan'la konuştuğunda çok tatlı şeyler söylüyor ve bu sayede onun iç dünyasından haberdar oluyorum. Bu da hoşuma gidiyor çünkü bazen müdahale etmem gereken ama bana söylemediği durumlar olabiliyor. Aman canım daha küçük iki yaşında demeyin. Onlar da çeşitli duygu değişimleri yaşıyor. Bugün bebeğini almış yanıma geldi. "Anne, bebek hayaletlerden korkuyor." dedi. "Hayalet diye bir şey yok de, ona, yavrum." dedim O da hemen söyledi ve gitti. Anladığınız üzere bebek değil, o an Ada hayaletlerden korktu. Neyse ki duygularını açıkça ifade edebiliyor şimdilik. İnşallah böyle devam eder. Yargılamamaya çalışıyorum. Onu ürkütüp duygularını açmamasına sebep olmayı istemem. Duygularını ifade etme becerisini de şöyle kazandırdım. Bunu bir yerde okumuştum ve o yöntemi kullandım. Örneğin; çikolata yiyeceğim diye mutlu mu oldu hemen "Çikolata yiyeceğim diye mutlu mu oldun Adacım?" diyorum o da aynen tekrarlıyor "Çikolata yiyeceğim diye mutlu oldum." ya da yüksek sesten korkuyor ve bizim ev de cadde üstünde. Bazen motorlar çok gürültülü bir şekilde geçiyor ve onun yüzü anında değişiveriyor. Ben de hemen olaya el atıyorum "Motordan mı korktun, Adacım"  diyorum o da hemen atlıyor. "Motordan korktum da" diyor, canım benim. Şimdi böyle basit şeyler de duygularını ifade etmeyi öğrenirse ileride faydası olur diye düşünüyorum. İnsan büyüdükçe daha zor şeylerle mücadele etmek zorunda kalıyor. Ne istediğinizi tam olarak bilirseniz daha rahat karar verebilirsiniz. Karar verme yeteneği kazanmak da çok önemli. Zaten ne hissettiğini bilmek ve karar vermek, ikisi de birbiriyle alakalı. Önce ne hissettiğini bil; sonra doğru karar ver. Bana sorduğu ufak kararsızlıklarda bile "Sen karar ver." diyorum.  Örneğin; çekmecesinden hangi oyuncağı alalım diye soruyor. Ben de çoğunlukla "Sen seç bakalım" veya "Sen karar ver." diyorum. Böyle böyle karar verme alıştırmaları da yapıyoruz. Ben öğretmenim ve karar veremeyen çocukla çalışmanın zorluğunu biliyorum. Ama ben kendime değil o çocuğa üzülüyorum. Bugün dersteki basit bir konuda karar veremeyen çocuk yarın daha zor bir durumda kendi başına nasıl karar verecek. Hep annesi babası mı onun yerine karar verecek. Çocuklar kendisinin yerine başkasının karar vermesine çok çabuk alışıyor ve malesef bazı durumlarda bu hayat boyu böyle sürüp gidiyor. Belli ki Ada gibi her çocuk da evde böyle basit seçim soruları soruyor ve çoğu zaman ebeveynler de onların yerine karar vererek çocuklarının bu yeteneklerinin gelişmesini engelliyorlar. 
Nereden nereye geldik... Sultan'ın sevilme arzusundan, benim karar verme yeteneğiyle ilgili düşüncelerime...
Yarın haftanın son günü, yani bugün. Ben bu yazıyı yine herkes uyuduktan sonra geceyarısı yazıyorum. Tadını çıkarın, keyfini sürün... Önünüzde paketlenmiş bir hediye gibi duran yepyeni bir haftasonu var. Bu cümledeki "paketlenmiş bir hediye gibi duran yepyeni bir haftasonu" lafı bana taze sıkılmış portakal suyunu hatırlattı nedense. Evet sizi bekleyen tatil, taze sıkılmış portakal suyu gibi adeta... Ya bir dikişte içersiniz dişleriniz kamaşır ya da dura dura içersiniz... Size kalmış. Umarım iyi geçer.
Hoşçakalın!


6 Aralık 2012 Perşembe

Damlalar

Beş ve Altıncı Damlam,
Canlarım, hoşgeldiniz:) Sizleri burada görmek ne güzel:)
Sizi de görünce çok sevindim Sayın Gök Ailesi:)
Efendim Burak Gök damadımız olur. Yazın kardeşimle nişanlanmıştır kendisi:) Hadi hayırlısı bakalım:) Kız evi naz evi, bilemem artık:)
Tamam korkma Burak:) Seviyoruz seni:)
Veee onun espirili ve bir o kadar da karizmatik kardeşi Buğraaa,


Tekrar Hoşgeldiniiiizzz:))

5 Aralık 2012 Çarşamba

Haftasonu Böceklerinin Fotoğrafları

Ada, eşim ve Sultan heepsi de uyudular. Ben de size söz verdiğim üzere bu yazıyı yazmaya karar verdim. Pazar günkü Sapanca Gezimiz'in daha güzel çekilmiş fotoğrafları aşağıdadır:)






Büyük insan gibi çıkmışlar. Ada'nın elleri bir önceki geceden boyalı kaldı. Keçeli kalemle ellerini boyamıştı.


Birisi "Şapkalarınızı tutun" demiş galiba:)




Adacım bana yaprak toplarken:)


Küçük ördeklerin arkadan görünüşü:)

Hoşçakalın...

Büyük ihtimalle bu yazıyı sabah okuyacaksınız, hayırlı günleriniz olsun:)

3 Aralık 2012 Pazartesi

Haftasonu Böcekleri

Haftasonu Sapanca'daydık efendim. Kahvaltıya gittik. Ne başımızın zoruysa, pazar sabahı 07:30'da kalktık, kendim hazırlanayım çocuğu hazırlayayım derken saat 08:30'da evden çıktık. Tuzla'dan kuzenleri 09:00'da aldık. 10:00 gibi de Sapanca'daydık. Kuzenimin eşi yolları hep unutur. İşin kötüsü yolu onlar tarif edecekti. Daha önceden gittikleri ve çok beğendikleri bir yerdi. Israrla bizi de götürmek istediler. Ama yolu unutmuşlar:) Biraz korku filmi gibi dakikalar yaşadık. Bir ara el yordamıyla gitmeye çalıştık ama manzara şöyleydi. Bozuk, çamurlu, sürekli hoplatan bir yol... Yolun hemen kenarında dikenli teller... Dikenli telin ardında tren yolu... Bir ara boş bir istasyon geçtik... Gerçek bunlar abartmıyorum:) Dahası bir ara önümüzde yaşlı bir amca vardı ve dikenli telin ötesine bakıyordu. Sırtı bize dönüktü. Yavaşça yüzünü çevirecek ve iki üç tane uzunlu kısalı ön dişlerini göstericek mi acaba diye aklımdan geçirdim. Bunları yaşarken hava tabii ki yağmurlu ve pusluydu dostlarım:)) Dikenli telin ötesinde de zombiler vardı ama onlardan hiç göremedik:) Tamam bunu ben ekledim:)
Sonunda o yol bizi aradığımız yere çıkardı. "Hıh, işte burası, burası" diye bağıran kuzenlerin ardından hemen durduk ve arabadan indik. Biz oraya gidince yağmur dindi ve hava yumuşadı. Kahvaltıyı hepimiz çok beğendik. Açık havada gezdik. Göl kenarındaydı. Çocuklar koştu, çok eğlendiler. Ada bana yaprak topladı ve sevinçle yanıma gelip onları verdi. "Senin için topladım anneee" diye bağırdı. Ben de o anı kafamda dondurmak istercesine kare kare yaşadım her saniyeyi. Onun mutluluğunu paylaşmak, gözlerindeki sevinci görmek çok hoşuma gidiyor. Umarım Allah bunu bana uzun yıllar nasip eder ve umarım isteyen herkese nasip eder:)






Bunlar benim çektiklerim. Eşimin kamerasındakileri de yarın yayınlarım. Hoşçakalın. Umarım sevdiğiniz bir haftasonu yaşamışsınızdır...