26 Kasım 2012 Pazartesi

ya da

...ya da budur mutluluk...
Aynı anda iki dondurma yemek, kendinden geçmişcesine...





Sonra ikisini de babaya uzatmak yüzünde bir gülümsemeyle...





... or happiness is something like that...
eating two icecream at the same time and then giving them to dad with pleasure...

Mutluluk

Mutluluk bu olsa gerek...
Evin içinde arabayla gezmek, davul çalmak...


Maybe happiness is something like that...
Driving car and playing drum in the house...

25 Kasım 2012 Pazar

Sevgi Yumakları

Sevgi yumağı mı desem, topağı mı desem; ne desem, ne desem...

Çoğu zaman böyleler. Sultan ilk başlarda daha çok kaçıyordu. Şimdi artık pek kaçmıyor. O da Ada'ya alıştı biraz.



Ada laftan anlamıyor, yüzünü bile sürüyor Sultan'a.  Sultan'ın aşılarını yaptırıyoruz ama yine de yapmasa daha iyi tabii ki. İkisi de birbirini kıskanıyor. Ben Ada'yı kucağıma aldığımda mutlaka Sultan da geliyor. Ada 'da bazen biz kızıncaya kadar Sultan'ı bırakmıyor. O da o şekilde ilgi çekmeye çalışıyor. 
Haydi hayırlısı bakalım. İşim zor gerçekten ikisi yalnız kalırsa aklım onlarda kalıyor, hayvana bir şey olmasın diye. Gerçi kendini koruyabiliyor ama yine de belli olmaz, çocuk bu. İnşallah ikisini de sağ sağlim büyütürüm yarabbi:) Komik değil mi:) İki çocuklu gibi oldum:) hah hah haa:)

Ada and his little cat Sultan:) they are lovely friends. 

Kahramanım Benim


Bakın bu benim kahramanım. 


Çamaşırları yıkadıktan sonra mutfak önlüğünü sırtına geçirdi ve bağlamamı istedi. "Anne bak kahraman oldum." dedi. Bunları biz öğretmiyoruz. Kendi kendine, televizyondan kahramanların pelerin taktığını öğrenmiş.


She is my hero. She tied something and said "Look at me, mum. I am a hero." She learn something from television. 






24 Kasım 2012 Cumartesi

Dükkan Pati

Harika bir blogla karşılaştım. Adı Dükkan Pati. Blogun sahibi Colette'nin iki blogu daha var ikisi de birbirinden güzel ama ben burada Dükkan Pati ve Kızlarım isimli bloglarından bahsedeceğim.
Dükkan Pati, aracı bir blog. İnsanlar bu dükkana el işlerini bağışlıyorlar. Blog aracılığıyla ürünler satılıyor. Kime gittiği de açıkça görülüyor. Sonra da el işlerinden elde edilen gelir son kuruşuna kadar sokak hayvanları için harcanıyor. Colette, emekli bir öğretmen ve tam bir hayvansevermiş. Bu işe aracılık ettiği için eminim çok mutludur.
Sokak hayvanlarını sevmek de bir ayrıcalıktır bence...




Kızlarım isimli bloğunda da kendi beslediği hayvanlardan bahsediyor. Evinde beslediği bir köpek ve iki kedisi var. Hepsi birbirinden tatlı. Bloğu gezerseniz bana hak vereceğinize eminim. 
Üç bloğunu da sosyal sorumluluk projesini desteklemek adına   
SOLUTIONS EUROPE MEDIA şirketi izlemeye almış. Kendisini tebrik ediyorum.



23 Kasım 2012 Cuma

Gecikme

Sevgili Dostlarım,
Sizleri, her sabah, bilgisayarın başına oturduğunuzda yeni yazımla karşılamak, adeta size bu vesileyle merhaba demek istiyorum. Yeni doğan güne mutlulukla başlayın istiyorum. Tanıştığımız şu kısacık zaman diliminde öyle yapmaya çalıştım. Bundan sonra da öyle yapmaya gayret edeceğim. Fakat bugün biraz geciktim.
Bunun iki sebebi var: Birincisi bu sabah erkenden dışarı çıkmamız gerekti. Ada'nın "vitamin şekerleri" bitti. Biz de onları olmak için bayağı uzak bir eczaneye gittik. Şu vitamin şekerlerini çıkaranlardan Allah razı olsun. Ada sadece onları içiyor. Bizim imdadımıza hızır gibi yetiştiler. Çoğu çocuk gibi Ada da ilaç içmeyi pek sevmiyor. O yüzden şurup içiremiyoruz. Toz vitaminleri de yemeğinde fark ediyor. Onları da bu şekilde eliyoruz. Dolayısıyla vitaminlerini yarım yamalak verdiğimiz bir süre geçirdik daha önceleri; ama sonra bir arkadaşımız bize, hediye olarak, Amerika'dan jelibon şeklinde yapılmış vitaminler getirdi. İşte, yine, evrenin gücü mü dersiniz, duanın gücü mü dersiniz, ne derseniz deyin, çok isteyince ayağınıza geliyor. Resmen ayağımıza geldi. Çünkü o arkadaşımızın bizim bu derdimizden hiç haberi yoktu. Bilmeden de olsa bizim bu problemimizi çözmemize yardımcı oldu. Sonra o vitaminler bitince ben de Türkiye'de aynısını değil ama bir benzerini buldum, uzun aramalarım sonucunda. Adını da "vitamin şekeri" koyduk; çünkü her ne olursa olsun, buna şeker de dahil, ilaç olduğunu anlarsa yemiyor, içmiyor. Çocukların çoğu böyle sanırım. İşte böyle, bugün mutlu mutlu vitamin şekerlerimizi almaya gittik, bulamadık, ısmarlayıp geri döndük. Bulamamamız iyi de oldu. Şimdi Ada büyük bir heyecanla vitamin şekerlerini bekliyor.
Gelelim yazımın gecikmesinin ikinci sebebine, Ada uyanıkken yazmaya kalkarsam çalışma masamızın üstü talan ediliyor. Adacık ve Sultan yüzünden. İkisi de tepemde, ben yazı yazmaya çalışıyorum. Bir yandan "Dur, yapma, etme" derken bir yandan da bir yerlere basacaklar da blogumda saçma sapan ya da yarım yamalak şeyler yayınlanacak diye korkuyorum. Bakın ben yazı yazarken masama çıkıyor ve lambayla oyun oynuyor.



"Açıyorum, kapıyorum, açıyorum, kapıyorum..." diye belki yirmi kere söylemiştir. 
Şu anda Ada uyuyor. Şşşşt ses çıkarmayın. Ben de size yazımı yazıyorum yuppii:)
Bugün Adacık koşarak yanıma geldi, ağzını doldura doldura bir konuşması var, o şekilde "Anne, bak sana kocaman bi dinozor çizdim." dedi. Ben de "Aferin yavrum. Ne kadar güzel çizmişsin dedim. Bakın neye "Ne kadar güzel çizmişsin." dedim:) onun şevkini kırmamak, heyecanına ortak olmak için...
İşte bu bir dinozor:)

 Bu da yeni dinozorlar çizerkenki hali:)



Hepinize mutlu hafta sonları...
Sağlıcakla kalın:)





22 Kasım 2012 Perşembe

Sessiz Haykırış

Bir hayvan sesizce haykırabilir mi? 

Ben böylesini görmemiştim! 
Daha önceden evde balıklarımız, kanaryalarımız, muhabbet kuşlarımız olmuştu. Hatta yazlıkta tavşan ve ördek de beslemiştik; ama sanırım hiçbiri kedi, köpek gibi birebir iletişime geçmiyor. Bunların iletişimi çok daha farklıymış. Bazen aynı frekansta olabiliyosunuz.
Bu sabah, Ada'ya masada yemek yedirirken Sultan da aşağıdan bize bakıyor. Nasıl "Bana da yok mu!" der gibi bir bakıştı öyle, anlatamam. Ona da vermediğim için kendimi suçlu hissettim; ama napalım Sultancım sen de hayvansın yani sonuçta... Her şeyi de sana veremeyiz...
Bu olayda, sessizce bana bir şeyler söylemesinden çok etkilendim. Hiç miyavlamadı; ama sanki haykırır gibiydi. Gözlerini gözüme dikti. Beni hipnotize etti ve beyninden beynime akıttı hislerini... :) 
Hemen bundan kendime bir ders çıkarttım. Demek ki ne oluyormuş: Her zaman parlamak, bağırıp çağırmak karşıdakinde pek de etki bırakmıyormuş. Onu da abartırsanız   muhattabınız sizi takmıyor. Her şey kararında güzel. 
Marifet bazen sessizce haykırabilmekteymiş bazı şeyleri...