13 Haziran 2013 Perşembe

Kavuşma

Yarın Adoş'umuzun yanına gidiyoruz. Onu çok özledik. Ona sımsıkı sarılacağız inşallah. Bizi nasıl karşılayacak acaba. Herhalde kucağımızdan inmez.
 

Kardeşimin nişanı Pazar günü. Çok heyecanlıyız. "Küçük Aytaç" da büyümüş, inanamıyoruz. O  bizim sülalenin en küçüğü ve her zaman gözümüzde küçük kaldı. Böyle şeyler yaşaması bize garip geliyor. Umarım mutlu olur, canım kardeşim. 
Kardeşim nişanlığını mağazadan alıp eve getirmiş ve evde  denemek için giyiyormuş. Ada da eteğini kaldırıp eteğinin içine giriyormuş. Çadırın içinde gibi oturuyormuş orada. Kardeşim salonda da yapabilir diyor. Yaparsa çok komik olur. Yumurcak.   
Bol bol fotoğraf çekerim. Dönüşte de size anlatırım. 
Ben yokken kendinize iyi bakın, sağlıcakla kalın...

9 Haziran 2013 Pazar

Yaşam Hakkına Saygı


Hayvanlara uzak bir çocuk olarak büyümedim ben. Genelde evimizde beslediğimiz bir hayvan mutlaka olurdu. Belki de bu yüzden merhamet duygum çok gelişti. Onların büyümeleri ve hastalıklarıyla ilgilendik. Ölümleri dahi insana  pekçok şey katıyor. Sevdiğin birini kaybetmenin acısını küçük hayvanlarında prova ediyosun... 
Sonradan hastalanan ve engelli olan bir kanaryamız vardı. Kanadında ur çıkıyordu ve uçamıyordu. Ur çok büyüyor ve sonra kendiliğinden düşüyordu ama tamamen geçmiyor yeniden çıkıyordu. Babam veterinere de götürmüştü. Veteriner kuşun canını çok yakınca babam bir daha kıyamadı. Evde baktık ona. Kafesini ona göre düzenledik. Yemini suyunu yükseklere koymadık. Adı,Taruş'tu. "Bunun suyuna zehir koyun, öldürün, acı çekmesin." diyen akrabalarımız oldu. Nasıl yapardık bunu... Bu lafları söyleyenleri ailecek kınadık o günlerde. Nasıl yapardık böyle bir şeyi...
Biz kendi beslediğimiz ördeği, tavşanı kesip yiyemeyen bir aileyiz, kuşumuzu nasıl öldürecektik.
Bunları nasıl mı hatırladım. Bu sabah bir belgesel izledim. Eşref Armağan adında bir ressamımız varmış. Gözleri doğuştan görmüyormuş. Elleriyle nesneleri tanıyarak onların resimlerini yaparmış. Elleriyle tanıyıp bunların resmini yapmasına çok büyük hayranlık duydum.  Görmeyenlerin elleriyle tanımaya çalıştıklarını bilirim. Benim ninem(annemin anneannesi) de kördü. Bizim yüzümüzü görebilmek için elleriyle sutratımıza dokunurdu, "Ben böyle görüyorum." derdi. Yeni bir kıyafet aldığımızda annem hemen "Ninenize de gösterin." derdi. Biz de ninemin yanına giderdik. Ninem üstümüze başımıza elleriyle dokunarak bakardı ve gördüğüne sevinirdi.
Eşref Armağan, çocukken bir gün kelebeğin resmini çizmek istemiş. Babası çok narin hayvanlar, dokunursak yaşayamaz diye onun eline kelebeği vermemiş. Sözün bittiği, duyguların devreye girdiği yer burasıdır benim için. Hayvan sevgisi, canlıların yaşama hakkına saygı budur. Engelli, gözleri görmeyen oğluna bile kelebek tutup vermiyor. Oğlumu mutlu edeyim de hayvana ne olursa olsun demiyor. 
Aziz Nesin de Ben de Çocuktum adlı kitabında buna benzer bir örnek verir kendi hayatından: Küçükken annesine sokaktan çiçek toplarmış hep. Annesi bir gün "Oğlum bana çiçek getirmen çok güzel ama sen onları kopardığında onlar ölüyor. Bırak dallarında yaşasınlar." demiş. Aziz Nesin der ki "O gün bu gündür çiçek kopartamam." Böyle yetişen insanlardan kötülük gelir mi!
Babam da balkonda kahvaltı yaparken reçel kasesine düşen arıya serçe parmağıyla su dökerek onun hayatını kurtarmıştı. Arı uçup gitmişti sonra. Ne güzel hikayeler bunlar.
Duygulanıyorum bunları yazarken. Çocuğu oynasın diye yeni doğmuş kedi yavrusunu anasından ayırıp üç yaşındaki çocuğun eline veren de var bunları yapan da... Takdir size kalmış.
İyiyle kötü hep içiçe galiba. Kötü hikayelerin yanında böyle iyi hikayeler de var. Bazen dünyayı kötülüğün bürüdüğünü düşünüyorum. Sonra bu hikayeleri işitmek bana güç veriyor. Hala iyi insanlar var diyorum. İyilerin çoğalması dileğiyle...
Yaşam hakkına saygı çok önemli kanaatimce.

Öğrencilerim

Öğrencilerimden nasıl ayrılacağım, bilmiyorum.  
Onları çok sevdim. 
Resmen yemekte de bir grup olduk. Emircim hep yanına oturmamı istiyor. Etrafımızı da sevdiği arkadaşlarıyla donatıyor. Keyifli sohbetler oluyor böylece. Önceden sözleşiyoruz beraber oturalım diye.  Eğer ben yemek sırasında biraz uzaktaysam bana sesleniyorlar, "Öğretmenim bizim yanımıza gelin!" diyorlar. Ben de onların yanına gidiyorum. Başka öğretmenlerin içinde de bana "En kral hoca" diyorlar. Ben de gururlanıyorum. Ne güzel, üç ay gibi kısa sürede zor olan bir şeyi başarmışım diyorum. Kendimi tebrik ediyorum. Eski (doğum iznine çokan) öğretmenlerini de çok seviyorlardı. Beni de sevdiler. Önyargılı olmamayı, çok sevdikleri bir öğretmenin yerine gelen yeni öğretmeni de sevebileceklerini gördüler. 
Seneye başka bir okulda devam edeceğim. Onları da yanımda götürsem mi ne... :) 
Saf sevgiyi görebileceğiniz evden sonra tek yer okul galiba... Öğrenciler severlerse size aileden biriymişsiniz gibi sevgi gösteriyorlar ya da beşler böyle bilmiyorum. Ya da küçük sınıflar böyle oluyor galiba...
Sevgiyle kalın...

8 Haziran 2013 Cumartesi

Mutlu Mesut

Adacım, bugün anneannen telefonda bana çok güzel bir şey söyledi. "Hiç merak etmeyin burada çok mutlu" dedi. (Bu kısımı Ada'ya hitaben yazmak geldi içimden)


Bunları duyunca o kadar mutlu oldum ki çünkü bizsiz de mutlu olabilmesini istiyorum. Kendisinin bizden ayrı da yaşayabileceğinin farkına varsın. Mutluluğunun bize bağlı olmadığını, kendi iç dünyasına bağlı olduğunu öğrensin. Etrafındaki kişilere güvensin. Bizden başka da onu seven, koruyan insanların olduğunu bilsin istiyorum.  Çocuğa gurbette bu duyguları tattırmak çok zor. 
Çok sevdiğimiz ve görüştüğümüz arkadaşlarımız var ama ilişkinin derinliği çocuğun bunları tatmasına yetmiyor. Arkadaşlık ilişkisi ve anneanne, babaanne, dede ilişkileri bambaşka şeyler. Hepsini de tatmak gerek. Çocuğun anneanne, babaanne, dede, hala, dayı, teyze ilişkisine  de ihtiyacı oluyor. Bunu da arada hissettiriyor.  Daha bir buçuk yaşlarındayken  Balıkesir'den yeni döndüğümüz bir gün, televizyonda Pepee vardı. Pepee'nin dedesi, Pepeelere ziyarete geldi. Ada hemen "Benim de dedem var." dedi. Ne yazık ki ne anne tarafından ne de baba tarafından dedesi  bizimle  aynı şehirde yaşamıyor. Oysa Ada bu güzel duyguları her zaman tatmak istiyor, onları ara sıra görmek Ada'ya yetmiyor. 
Sanırım çocuğun akrabaların olduğu yerde büyümesi daha iyi ve güzel. Ona candan sevgi gösterecek, bakımını üstlenecek anne veya baba akrabalarının uzakta olması, o tarif edilmez sıcak ilişkileri yaşamasına engel oluyor.
Bugün annemin anlattığı bir şeye daha sevindim. Bazen insanlara "Benim annemle babam çalışıyor. Bana da anneannem, dedem ve teyzem bakıyor." diyormuş. Bu cümlenin benim için önemini  size tarif edemem. Ayrılık için beni suçlamamış. Ayrılığın nedenini anlamış, kabullenmiş ve bunun da çok güzel bir sonucu olarak mutlu bir şekilde günlerini geçiriyor. Demek ki ona gerekli olan anne güvenini verebilmişim. Çok sağlıklı bir şekilde "Annem beni terk etmez." diye düşünüyor. Onu terk etmediğimi. Biraz uzakta yaşadığımı, işim bitince görüşeceğimizi anlamış. Şükürler olsun. Ona kazandırmak istediğim davranış tarzı ve düşünce tam da buydu. Eğer terk ettiğimi düşünseydi orada durmaz yanıma gelmek isterdi. 
 Annesinden doğru şekilde ayrılamayan çocukların ileriki hayatlarında da büyük zorluklar yaşadığını  biliyorum. Hatta, bu, anneden doğru ayrılamama sorunu, evliliklerinde bile problemler yaratıyor. Annesinden doğru ayrılmayan çocuk, sevdiği kişilerden kısa süreli bile ayrılması gerektiğinde, terk edilmişlik duygusuna kapılıyor. Halbuki ortada terk etme durumu olmuyor ama çocuk veya yetişkin böyle hissedip ona göre davranıyor. Bu da kendisini ve yakınlarını çok üzüyor. 
Bu durumla karşılaşmadığımız için çok mutlu oldum. Artık içim daha rahat. O benden ve babasından doğru bir şekilde ayrılmasaydı, bize gelmek için tuttursaydı, biz de burada duramazdık, onu alırdık ama şimdi rahatız. Kızımız mutlu, ona iyi bakılıyor ve seviliyor. Biz de burada işlerimizi hallediyoruz ve biliyoruz ki bir daha işimiz düşerse yine bu yönteme başvurabiliriz çünkü Ada olayı doğru bir şekilde anlamış ve ona göre davranıyor. 

  
Bu olayda beni mutlu eden birkaç şey daha var. Anneme "Bunu ona siz mi söylediniz?" dedim. "Hayır, kendisi söylüyor." dedi.  Daha önceden ben ve babası, alışsın diye bu tarz açıklamalar yapıyorduk ama yakın zamanda kimse söylemedi. Kendisi olayları yorumlayarak bunu bulmuş yani muhakeme yapmış ve bulduğu şeyi ifade etmiş. Ada'ya bunları da kazandırmak istiyordum. Muhakeme yapabilen ve duygularını ifade edebilen çocuk, kendini tanımaya bir adım daha yaklaşıyor. Kendini tanıyan bir insan olmanın artıları fazla diye düşünüyorum.  Belki kendini tanımak doğal olarak uzun bir süreçtir, bilmiyorum fakat şunu düşünüyorum: Muhakeme yeteneğinin olması ve duygularını ifade edebilmeyi bilmesi kesinlikle ona artılar sağlayacak. Bunlara kafayı yormamın bir sebebi de sanırım öğretmen olmak. Karşıma bu yetenekleri olmadığı için zorlanan pek çok çocuk çıkıyor. Onları gördükçe ailenin kazandırması gereken özelliklerin daha da bir farkına varıyorum çünkü okulda, hayatta karşılaşabileceğiniz sorunların küçük bir demosunu yaşıyorsunuz. Bu demolar sosyal ve akademik açıdan oluyor. Büyüyünce sosyal ve akademik hayattaki sorunlarla yine karşılaşacaklar yalnızca akademik hayatın yerini iş hayatı alacak. Okulda bunlarla baş etme konusunda biraz pratik yaparsa ileride deneyimi olduğu için belki biraz olsun daha hafif atlatır diye düşünüyorum. O yüzden bodoslama değil biraz bir şeyler kazandırarak yetiştirmek istiyorum. İnşallah güzel şeyler verebilirim. İstediğim mutlu ve sağlıklı olması. Sağlık biraz Allah'a kalmış, umarım verir. Mutlu olmanın çoğu, kişinin kendi elinde. Umarım mutlu olmasını sağlayacak kazanımları verebilirim :)

5 Haziran 2013 Çarşamba

Sultan'la İletişim

Bugün emin oldum. Sultan bazı komutları anlıyor. Bugün ben ütü yaparken açık bıraktığım elbise dolabına girmek istedi. "Sultan, hayır!" dedim. "Mıııır, mııırrr, mııııırrr!" dedi. Aynı çocuk gibi başını önüne eğip "Ama ben çıkmak istiyoruuuumm!" der gibiydi. Hatta dedi bence. Gerçekten dedi, görmeliydiniz. 
 

Hemen eşime söyledim. O da "Bana da geçen gün aynısını yaptı." dedi. Eşim, geçen gün çalışma masasına çıkmasına izin vermemiş ve Sultan da aynı tavrı sergilemiş. Hem de sadece sözle uyarı yetiyor. Mır mırr mırr yapıyor ve sessizce oturuyor. Çocuk gibi yapınca onu Ada'ya benzetiyoruz. İki çocuğumuz var gibi...
Benimle iletişim kurunca hemen araştırdım. Google'da "kedilerin zekası" yazdım ve çok hoş şeyler öğrendim. Kediler, sahiplerini gözlemleyerek kendileri için gerekli veya önemli şeyleri öğrenebiliyorlarmış. Örneğin kapı kolu açmak, ışıkları söndürmek gibi... Bazen zekaları 2 - 3 yaş çocuğununkine eş olabiliyormuş ama onları eğitmek imkansızmış. Sadece onlar, eğer isterlerse, gözlemleyerek kendileri öğrenirler ve öğrendiklerini kullanırlarmış. 
Çok kral hayvanlar, burunlarından kıl aldırmıyorlar.  Bilgiyi alışlarından bile belli eğer isterlerse öğreniyorlar. Hiçbir şekilde eğitemiyorsununz. Ne kadar ilginç. Bizimkinin adı da tam kedilere layık bir isim bence. Sultan... 

3 Haziran 2013 Pazartesi

Kirazdan Küpeler

Ada, orada mutlu olunca biz de burada çok rahatız. 


Durmasaydı getireceklerdi. Biz de Ünye'den babaannesini çağıracaktık. Ben Mart'ta okula başlayınca iki ay babaannesi baktı. Sonra bir ay anneannesi baktı. Şimdi de Balıkesir'de yavrucak. Mutlu olduğunu bilmek çok güzel. Yoksa biz de dayanamazdık. 
Skype'tan konuştuğumuz ilk gün Ada bizi görünce ağlamaklı oldu. Lafı çok uzatmadan bitirdik görüşmeyi. Ben de iki gün kendime gelemedim. Sonra sonra alıştık oradan görüşmeye de. Yalnız yine beni duygulandırıyor arada. Yavrum benim, en son görüşmemizde "Anne sütümü yapar mısın?" dedi. Hepimiz duygulandık. Ben bilgisayarın bir ucundayım o  öbür ucunda ama yine de benden süt istedi. Allah kimseyi annesiz bırakmasın.  

1 Haziran 2013 Cumartesi

Boyanmadık Yer Kalmasın

Ada, hararetle ellerini boyarken. 


Ellerini boyamayı çok seviyordu. Neyse ki yapmaması konusunda biraz ikna etmeyi başardık.



Kalemi eline aldığında önce defterini boyuyor; sonra kağıtları, boyama yaptığı masayı, o masanın ayaklarını; en son da kendini boyamaya başlıyor, eller ve ayaklar yani yüz dışında açıkta ne varsa boyanıyor :)
Aaa duvarları unutmuşum :)) 
Çok komik, canım yavrum...