28 Aralık 2012 Cuma

Sultan'ın Aşkı

Sultan, Ada'yı uyuturken etrafımızda dönüp duruyor, miyavlıyor.  Ada uyumaya tam hazır değilse uykusunu açıyor...
Dün Ada uyuduktan sonra bu poz ortaya çıktı. Meydanı boş bulan Sultan, hemen Ada'ya sarılıverdi. 


Adacık yerde yuvarlana yuvarlana böyle uyudu. En sevdiği şeyler de yanında. Oyuncak diyemiyorum şey diyorum çünkü biri hariç diğerleri çok sevdiği eşyalar. Çoğunlukla uyurken onları yanında istiyor.

27 Aralık 2012 Perşembe

Ada Balıkesirde'yken

Çok eğlendik. Gezdik, tozduk...
Ada, krallar gibi ağırlandı. Zaten o olduktan sonra pabucum dama atıldı. Herkes onu sorar oldu. Onu görmeye geldiler. Olsun torunları ya canım, kıskanmıyorum. Herkesin yeri ayrı.
Bizi de anneannemiz, dedemiz krallar gibi ağırlardı. Artık büyüyünce kardeşimle dalga geçer olmuştuk. Ne zaman anneannemlere gitsek, anneannemle dedem "Gazoz içecek misiniz, bisküvi yiyecek misiniz?" diye on kere sorarlardı. Ne güzeldi o günler. Olsalar da yine sorsalar.   
Gelelim Balıkesir fotoğraflarımıza... Bilenler bilir, Balıkesir'de Kurtdereli Mehmet Pehlivan'ın heykeli var. Devasa bir şey. O kadar büyük ki kardeşim küçükken onu "Allah" sanırdı. Artık siz hayal edin. Tabii ki burada çocukken boyutlarınızın minik olmasının da payı var. Siz yanında ufacık kalınca doğal olarak diğeri devasa bir şeymiş gibi algılanıyor.  İşte Ada, Kurtdereli Mehmet Pehlivan'ın heykelini görünce "Koca adam nereye çıkmış!" dedi hayretle. Biz de annemle birbirimize bakıp çok güldük. Sonra da "Elini tutabilir miyim?" dedi. Ben de "Olmaz yavrum, o çok büyük ona yetişemeyiz." dedim. 


Fotoğraftan Ada'nın hayretini ve yanında ne kadar minik kaldığını hayal edebilirsiniz değil mi?



Ali Hikmet Paşa Meydanı'nda güvercinleri kovaladı.




Yumurcak seni...




Arkadan, ponponlu Ada...




Vazgeçilmezleri, kalemleri...



Aneannesinin ördüğü ve yolda bizi durdurup "Nerden aldınız?" diye sordukları kardanadamlı beresi...


Bu da gezmeye gitmeye hazırlanan Ada, yandaki de daha sonra girmek isteyeceği torba...
Ayaklarında da benim doğumgünümde annemin, babamın ve kardeşimin Ada'ya aldığı hediye... Bir de "Senin doğumgünündü ama biz Ada'ya hediye aldık" demezler mi. Boşuna demiyorum pabucum dama atıldı diye. Doğumgünümde bile hediyeleri o kapıyor. Fıstık... Tatlı bir hatıra olarak kaldı, bu söyledikleri. Bana da çok lezzetli, birbirinden güzel poğaçalar, kurabiyeler, sarmalar yapıp koliye koymuşlar. Tam bana göndereceklermiş, ben "Biz Balıkesir'e geliyoruz." demişim. İyi oldu, hepsini beraber yemiş olduk. Hem de bu dediklerimi komşularıyla beraber yapmış annem. Çok tatlı komşuları var. Hep böyle birbirlerinin çocuklarına koli yapıp gönderiyorlar. Gurbetteki çocuklarını sevindiriyorlar. Ne güzel değil mi?



Kendini sadece bir kez, onda da babama taşıttığını sanmayın. Annem de taşıdı, Ada'yı bütün evi turladılar böyle. Torbalar da sağlam çıktı. Yırtılmadılar.


Bunlar da Çamlıcanın üç gülü...
Aslında Bir gülümüz daha var. Aytaç... Kız kardeşim ama o karşı koltukta babamla oturuyordu. Yani şöyle söylemek daha doğru olur. Bir süreliğine orada konaklıyordu. Kardeşim kedilerden korkuyor. Sultan da bir o kadar onu çok seviyor. Yolunu gözlüyor resmen. Bazı günler bütün gün uyudu Aytaç işten gelinceye kadar. O geldiğinde de çok sevinip hoşgeldin diye üstüne atladı. Aytaç da garibim, Ada ürkmesin diye halay çekiyor numarası yaptı. Oturduğu yerde en fazla yarım saat kalabildi. Sultan, üstüne doğru koştuğunda o da sıçrayıp ayağa kalktı. Ada "Neden kalktın, Aytaç" diye soruyordu. Aytaç da "Halay çekiyorum, Adacım." diyordu. Büyük sabır gösterdi Sultan'a   ama bize çaktırmamaya çalıştı. 
Aslında anılarımız saymakla bitmez. Bunlardan başka da bir çok güzel şey yaşadık. Uzun zamandır görmediğim ama hasretle görmek istediğim eski komşularımı gördüm. Akrabalarımı gördüm. Ben onlarla güldüm onlar Ada'ya güldü.
Ada benim yengelerimi çok sevdi. Yengelerim her geldiklerinde Ada'ya sürpriz getirdikleri için daha onları gördüğü gibi "Bana ne sürpriz yapıcaklar?" diye sormaya başladı.
Daha buraya canınız çeker diye yazmadığım annemin nefis, müthiş  yemeklerinden, hamur işlerinden ve tatlılarından yedim. Yukarıdaki fotoğrafta biraz topiş görünmem ondandır. Bir de babam ekmek kadayıfı aldı geldi. Onu da yedik kaymaklı kaymaklı... Hımmm, canınız çekmesin...

26 Aralık 2012 Çarşamba

Biz Döndük

Biz İstanbul'a döndük. Hem de pazartesi akşamı. Babam Yalova'daki feribota kadar bıraktı, sağolsun. 
Sultan'ı da feribota bindirdik. Evcil hayvanları alıyorlar ama onları koymanızı istedikleri bir yer varmış. Ben de bilmiyordum. Biz yukarı çıktıktan sonra yanımıza bir görevli geldi. Beyefendi çok kibar bir şekilde "Aslında kedinizi alt kata koymanızı istiyoruz fakat şimdi kış olduğu için orası soğuk ve yalnız kalınca çok ağlıyorlar. Geçen gün bir köpeği daha yukarıya çıkardık, çok ağlamıştı." dedi ve ekledi " Hiç olmazsa masanın altına koyabilir misiniz, bazı yolcularımızın alerjisi olabiliyor. Yine başka bir gün, bir yolcumuz kedi tüyünden çok rahatsız oldu ve ambulans çağırmak zorunda kaldık." dedi. Aman Allah'ım bu ne kibarlık. Söylemekten söylemeye ne kadar fark var. Beni hiç kırmadan, itiraz etmeme olanak vermeden dediğini yaptırdı. Biz de Sultan'ımızı masanın altına koyduk. Çok rahattı, hiç ses çıkarmadı. Arabada canımıza okuyor. Kafeste tutamıyoruz. çıkarıyoruz. Neyseki ön tarafa geçmiyor.
Adoşumla da feribotta çok hoş bir yolculuk yaptık. ilk önce oyuncaklarıyla oynadı. Küçük hayvanlarını masaya dizdi. Sonra boyama yaptı. Babasının arabasının tekerleğini çizdi. Evet tahmin ettiğiniz gibi yuvarlak çizdi. Yuvarlağa da "babamın tekerleği" dedi. Çok komik.
Feribotta etrafımızdaki herkese "Babam bizi karşılıycak." dedi. Birisi "Bize gel" dedi. "Hayır, babam bizi karşılıycak, babam beni çok özledi." dedi. 
Babasını görünce de çok sevindi. Yüzünü okşadı.
Kavuşmak ne güzel, özlemek de...
Özlemek de sevmektendir... 

20 Aralık 2012 Perşembe

Damlam

7. Damlam hoşgeldiiiiiinnn! 
Tunaycım seni burada görünce çok sevindim. Güzel bir hoşgeldin yazısı yazabilmek için uzun zaman bekledim. Yazdığım yazıyla seni mutlu etmek istedim ama böyle kastıkça da bir türlü beğenemedim, aklıma gelenleri.
Şimdi yazıyorum dostum:
Hoşgeldiiiinn, sefalar getirdin. Umarım paylaşımlarımız artarak devam eder.
Tunaycım benim kuzenim, hani Sapanca'ya beraber gittiğimiz. 
Sapanca da onların çok güzel bir pozunu çekmiştim. Bu pozla sana tekrar teşekkür ederim.
Hoşgeldin bitanem

19 Aralık 2012 Çarşamba

Çikolata ve Ada

Eğer alacaksam Ada'ya şeker yerine çikolata almayı tercih ediyorum. Çikolata, şekere oranla daha iyi, en azından dişlere yapışmıyor ve mutluluk hormonu salgılattırıyor. Çok vermediğimiz için de yiyeceğini anladığı zaman bir seviniyor ki görmelisiniz, zıplıyor yavrucak. 
Karnımdayken de öyleydi. Çikolata ağzıma girdiğinde Ada harekete başlardı. Ben de bu kadar hızlı kana karışmaz ama nasıl oluyor da hemen hareketleniyor diye düşünürdüm. Sanırım bendeki mutluluk hormonu onda da anında etkisini gösteriyordu. Bebeklerin, anne karnında, her şeyden ne kadar hızlı etkilendikleri bu şekilde de test edilebilir. Çikolata yerkenki mutluluğum Ada'da saniyesinde etkisini gösterirdi. 
Kuzenimin 2004 yılında bebeği oldu. Şimdi büyüdü Ardacık. O kadar mutlu bir bebekti ki sürekli gülerdi. Ablam da bunun sebebini hamileyken sık sık çikolata yemesine bağlardı. Ben de aklımın bir köşesine yazdım: hamile kalınca çikolata yenecekti. 2010 yılında hamile kalınca hemen uyguladım ve faydasını gördüm. Çok şükür Ada da mutlu bir bebek(ti). Arada sırada çok abartmadan çikolata yedim. Bitter çikolatanın daha çabuk kana karışığını ve sütlü çikolataya oranla daha çok çikolata içerdiği için daha fazla mutluluk hormonu salgılamamızı sağladığını o zaman öğrendim. Hatta doktorum bile tavsiye etmişti, bitter çikolata yememi.


Bu fotoğrafta dondurma yiyor. Çikolata yerken fotoğraf çekmemişim. Nasıl kendinden geçtiğini göstermek için yine de bu fotoyu koymak istedim.
Ada'ya hamileyken özellikle dikkat ettiğim şeylerden biri de moralimi bozmamaktı. Moralimi bozabilecek pek çok şey oldu ama hiçbirine kafayı takıp yavrucuğumu mutsuz etmedim. Onu benim içimdeyken üzemezdim. Bebekler anne karnındayken de kayıt yapıyor. Çikolataya bu kadar çabuk tepki veren bebek üzüntüyü neden hissetmesin! Minicik yavruya bu yapılır mı! Umarım kimsenin hamileyken büyük acıları olmaz. Sağlıklı çocuklar yetiştirmek için bebeğinize daha anne karnındayken özen göstermeniz gerekiyor. 
Ruh sağlığı, en az beden sağlığı kadar önemli. Hatta bazen bir adım öne dahi geçebiliyor. Örneğin; iyileşmesi zor olan bir hastalığa yakalandığımızda moralimiz ne kadar yüksekse başarılı olma ihtimalimiz de o kadar artıyor. 
Anne karnında geçen zaman ve ilk iki yıl bilinçaltı oluştuğu için çok önemli. Yerli yersiz tasalarınız çocuğa yansımamalı. Sizin o an dert ettiğiniz sorun daha sonra çözülür ama onun çocuğunuzun bilinçaltında açtığı yara ya çok zor silinir ya da hiç silinmez. Çocuğunuzu mutluluk budalası gibi yetiştirin demiyorum. Tabii ki hayatın gerçeklerini, acı ve tatlı yönünü görmeli. Sevinçler olduğu kadar acılar da onun karakterini kuvvetlendirecek ama bebeklik yılları, bunlarla başarılı bir şekilde mücadele edebilmesi için güçlü bir ruh sağlığı inşa etme yılları.
Anne karnındayken çikolata yiyerek ve moralimi bozmayarak bunu sağlamaya çalışıyordum. Şimdi iş daha karmaşık bir hal aldı. Tabii ki Ada'nın karakteri ve sosyal ilişkileri de işin içine girdi. Umarım hepsinin içinden yüzümüz ak bir şekilde çıkabiliriz. 

18 Aralık 2012 Salı

Yoğurt

Yoğurt, insanlara olduğu gibi kedi ve köpeklere de çok faydalıymış. Kediler, rutin temizliklerinde kendi tüylerini çok yutuyorlar, bunları çıkarmakta zorlananlar oluyor. Onlar için birebirmiş. Gerçi Sultan kısa tüylü ama kedili bir hayat blogunda okuduğuma göre sağlıklı yaşamaları için yoğurt   yemeleri gerekiyormuş. Ben de kediciğimize iyi bakabilmek, onun ömrünü uzatabilmek için bugün ona yoğurt verdim ama  bizim topiş beğenmedi. Beğenmeyeceğini az çok tahmin etmiştim çünkü küçükken süt verdiğimde içmemişti. Yoğurt da süt ürünü olduğu için yiyeceğinden pek ümitli değildim. Artık onun damak zevki hakkında bir fikrim var. Neyi yiyip yemeyeceğini önceden kestirebiliyorum. Örneğin; balık yemiyor. Evde balık yaptığımızda canı çekiyordur diye düşündüğümüz için özellikle ona da veriyoruz. Fakat biraz kokluyor bırakıyor. Öyle hapur hupur yemiyor. Hazır satılan balıklı yaş mamaları da beğenmedi.  Bu bana çok ilginç gelmişti. "Nasıl yani balık yemeyen kedi mi olur!" demiştim. Acaba bir kereye mi mahsus diye düşündüm ama ne zaman yapsak ona da veriyoruz fakat yemiyor. Çiğ vermeye de cesaret edemiyorum çünkü çiğ et yediklerinde pek çok hastalığa davetiye çıkarılmış oluyor. En basitinden yedikleri hayvandaki parazit direk onlara geçiyor. Bunu göze alamam. 
Tavuk etini seviyor ve yiyor ama bayıla bayıla yediği bir mama var. Onu yerken görmelisiniz. Av hayvanlı yaş mamaya bayılıyor. Ben de haftada bir-iki kere veriyorum. Nasıl iştahla yediğini görmelisiniz. Ben bunu görünce yine şaşırdım; çünkü ağzı dili yok nasıl anlarsınız diye düşünebilirsiniz; ama tabağının başına bir geçişi var, bırakmıyor. Dünyayla bağlantısını kesiyor, yemeye dalıyor. O zaman anlıyorsunuz çok sevdiğini. Mamasının yanında taze su bulunduruyorum çünkü taze su içmeyi çok severlermiş. 
Ben yine de yoğurdu birkaç kere daha deneyeceğim çünkü çok faydalı. Yerse çok iyi olacak. Allah, hayvanları da iyi insanlara denk getirsin, onun için bile nasıl uğraşıyorum. Aynı bebeğim gibi yok yoğurt yedi yemedi diye o da dert oldu. Besliyorsak iyi bakmalıyız diye düşünüyorum. Hayvan da olsa yaşamaktan zevk almasını isterim. Yaşamak ona da kimseye de ıstırap olmamalı. 
Bu arada kuru mama esaslı beslenmesi ağız sağlığı açısından çok faydalı. Yaş mama dişlerin arasında daha çok kalıyor ve çürüğe sebep oluyor. Hiç vermezsek de olmaz, sevinsin yavrucak, o yüzden mutlu olsun diye arada veriyorum. Yalnız çok severek yediği bir kuru mamaya daha rastlamadım. Umarım onu da bulurum. 
Hoşçakalın, sizin de yediğiniz şeyden zevk almanız dileğiyle...

17 Aralık 2012 Pazartesi

Kalleş Makine

Bir daha bizim çamaşır makinesine Balıkesir'e gideceğimizi çaktırmayacağım. Her zaman mı böyle yapılır kardeşim. Ben de insanım yani. Çok sinirlenmişim demek ki üstünden dört- beş gün geçti ama hala yazarken bile sinirleniyorum.
Biz ne zaman Balıkesir'e gelmeye kalksak ve ben bu niyetle çamaşır yıkasam makine bozuluyor. Yine başıma geldi. O gün de ani karar vermiştik ve acele gitmemiz gerekiyordu çünkü annemler Bursa'ya kadar geliyorlardı ve İstanbul'a gelip bizi alma ihtimalleri vardı.
Ben makineye çamaşırları koydum. Bir süre yıkadı. Ondan sonra tık tık tık atmaya başladı. O ne iğrenç bir ses öyle. Bu sesi duydunuz mu kaçın... Yoksa çok iş var demektir. Tabii evin hanımı olarak nereye kaçacağım, iş başa düştü. Bütün yer bezlerini çıkardım. Makinenin altına dizdim. Banyodan ıslanacak şeyleri çıkardım. Bu arada meraklı yavru bir kedi ile yardımsever ve yine meraklı bir insan yavrusu daha başımda yok yok ayağımın altında. Ben zorlanmayayım da kim zorlansın... İşin acı tarafı suyu boşaltma işlemini üç kere tekrarlamam oldu. İlk boşaltmamda bir kara toka çıktı ama paslanmıştı. Demek ki daha önceden kaçmış dedim içimden ama niye şimdi çıkıyorsun. Benim derdim o. Zaten işim başımdan aşkın. Evi toplamam, çamaşır yıkamam, eşimin on günlük gömleklerini ütülemem, valizleri hazırlamam lazım, bunlar azmış gibi bir de üç kere çamaşır makinesinin suyunu boşalttım. Bu da çok zor ve sinir bozucu bir iş. Başınıza geldiyse bilirsiniz. Gelmediyse de hiç merak edip de bu olayı çağırmayın diye tavsiye ederim. Karşı komşumuzdan rica etmem üzerine iki makinelik çamaşırı da onun makinesinde yıkadık.
Doğal olarak ben o gün planlanan vakte yetişemedim. Sağolsun annemler beni İstanbul'da bir gün daha beklediler.
Sultan, bizim seyahat işlerimizi sekteye uğrattı. Onu ne evde bırakabiliyoruz ne de otobüsle seyahat edebiliyoruz. Otobüslere kedi almıyorlar. Sağolsun babam ikidir bu şekilde ya bizi alarak ya da bırakarak yardım ediyor. 


Bu da Sultan'ın feribottaki hali. Yolculuğa ilk önce kafesinde başladı ama sonra o kadar çok miyavladı ki onu kafesinden çıkarmak zorunda kaldık. Neyseki araba hareket ederken ön tarafa gitmiyor. Ya arka koltukların üstündeki camın önünde ya da kucağımda durdu da pek rahatsızlık vermedi.