18 Aralık 2012 Salı

Yoğurt

Yoğurt, insanlara olduğu gibi kedi ve köpeklere de çok faydalıymış. Kediler, rutin temizliklerinde kendi tüylerini çok yutuyorlar, bunları çıkarmakta zorlananlar oluyor. Onlar için birebirmiş. Gerçi Sultan kısa tüylü ama kedili bir hayat blogunda okuduğuma göre sağlıklı yaşamaları için yoğurt   yemeleri gerekiyormuş. Ben de kediciğimize iyi bakabilmek, onun ömrünü uzatabilmek için bugün ona yoğurt verdim ama  bizim topiş beğenmedi. Beğenmeyeceğini az çok tahmin etmiştim çünkü küçükken süt verdiğimde içmemişti. Yoğurt da süt ürünü olduğu için yiyeceğinden pek ümitli değildim. Artık onun damak zevki hakkında bir fikrim var. Neyi yiyip yemeyeceğini önceden kestirebiliyorum. Örneğin; balık yemiyor. Evde balık yaptığımızda canı çekiyordur diye düşündüğümüz için özellikle ona da veriyoruz. Fakat biraz kokluyor bırakıyor. Öyle hapur hupur yemiyor. Hazır satılan balıklı yaş mamaları da beğenmedi.  Bu bana çok ilginç gelmişti. "Nasıl yani balık yemeyen kedi mi olur!" demiştim. Acaba bir kereye mi mahsus diye düşündüm ama ne zaman yapsak ona da veriyoruz fakat yemiyor. Çiğ vermeye de cesaret edemiyorum çünkü çiğ et yediklerinde pek çok hastalığa davetiye çıkarılmış oluyor. En basitinden yedikleri hayvandaki parazit direk onlara geçiyor. Bunu göze alamam. 
Tavuk etini seviyor ve yiyor ama bayıla bayıla yediği bir mama var. Onu yerken görmelisiniz. Av hayvanlı yaş mamaya bayılıyor. Ben de haftada bir-iki kere veriyorum. Nasıl iştahla yediğini görmelisiniz. Ben bunu görünce yine şaşırdım; çünkü ağzı dili yok nasıl anlarsınız diye düşünebilirsiniz; ama tabağının başına bir geçişi var, bırakmıyor. Dünyayla bağlantısını kesiyor, yemeye dalıyor. O zaman anlıyorsunuz çok sevdiğini. Mamasının yanında taze su bulunduruyorum çünkü taze su içmeyi çok severlermiş. 
Ben yine de yoğurdu birkaç kere daha deneyeceğim çünkü çok faydalı. Yerse çok iyi olacak. Allah, hayvanları da iyi insanlara denk getirsin, onun için bile nasıl uğraşıyorum. Aynı bebeğim gibi yok yoğurt yedi yemedi diye o da dert oldu. Besliyorsak iyi bakmalıyız diye düşünüyorum. Hayvan da olsa yaşamaktan zevk almasını isterim. Yaşamak ona da kimseye de ıstırap olmamalı. 
Bu arada kuru mama esaslı beslenmesi ağız sağlığı açısından çok faydalı. Yaş mama dişlerin arasında daha çok kalıyor ve çürüğe sebep oluyor. Hiç vermezsek de olmaz, sevinsin yavrucak, o yüzden mutlu olsun diye arada veriyorum. Yalnız çok severek yediği bir kuru mamaya daha rastlamadım. Umarım onu da bulurum. 
Hoşçakalın, sizin de yediğiniz şeyden zevk almanız dileğiyle...

17 Aralık 2012 Pazartesi

Kalleş Makine

Bir daha bizim çamaşır makinesine Balıkesir'e gideceğimizi çaktırmayacağım. Her zaman mı böyle yapılır kardeşim. Ben de insanım yani. Çok sinirlenmişim demek ki üstünden dört- beş gün geçti ama hala yazarken bile sinirleniyorum.
Biz ne zaman Balıkesir'e gelmeye kalksak ve ben bu niyetle çamaşır yıkasam makine bozuluyor. Yine başıma geldi. O gün de ani karar vermiştik ve acele gitmemiz gerekiyordu çünkü annemler Bursa'ya kadar geliyorlardı ve İstanbul'a gelip bizi alma ihtimalleri vardı.
Ben makineye çamaşırları koydum. Bir süre yıkadı. Ondan sonra tık tık tık atmaya başladı. O ne iğrenç bir ses öyle. Bu sesi duydunuz mu kaçın... Yoksa çok iş var demektir. Tabii evin hanımı olarak nereye kaçacağım, iş başa düştü. Bütün yer bezlerini çıkardım. Makinenin altına dizdim. Banyodan ıslanacak şeyleri çıkardım. Bu arada meraklı yavru bir kedi ile yardımsever ve yine meraklı bir insan yavrusu daha başımda yok yok ayağımın altında. Ben zorlanmayayım da kim zorlansın... İşin acı tarafı suyu boşaltma işlemini üç kere tekrarlamam oldu. İlk boşaltmamda bir kara toka çıktı ama paslanmıştı. Demek ki daha önceden kaçmış dedim içimden ama niye şimdi çıkıyorsun. Benim derdim o. Zaten işim başımdan aşkın. Evi toplamam, çamaşır yıkamam, eşimin on günlük gömleklerini ütülemem, valizleri hazırlamam lazım, bunlar azmış gibi bir de üç kere çamaşır makinesinin suyunu boşalttım. Bu da çok zor ve sinir bozucu bir iş. Başınıza geldiyse bilirsiniz. Gelmediyse de hiç merak edip de bu olayı çağırmayın diye tavsiye ederim. Karşı komşumuzdan rica etmem üzerine iki makinelik çamaşırı da onun makinesinde yıkadık.
Doğal olarak ben o gün planlanan vakte yetişemedim. Sağolsun annemler beni İstanbul'da bir gün daha beklediler.
Sultan, bizim seyahat işlerimizi sekteye uğrattı. Onu ne evde bırakabiliyoruz ne de otobüsle seyahat edebiliyoruz. Otobüslere kedi almıyorlar. Sağolsun babam ikidir bu şekilde ya bizi alarak ya da bırakarak yardım ediyor. 


Bu da Sultan'ın feribottaki hali. Yolculuğa ilk önce kafesinde başladı ama sonra o kadar çok miyavladı ki onu kafesinden çıkarmak zorunda kaldık. Neyseki araba hareket ederken ön tarafa gitmiyor. Ya arka koltukların üstündeki camın önünde ya da kucağımda durdu da pek rahatsızlık vermedi.

15 Aralık 2012 Cumartesi

Ada'yı Bulunuz


Ada nerede?


Evet, evet, bildiniz, torbanın içinde. Babam torbasına koymuş Ada'yı gezdiriyor sanmayın. Ada tutturdu, bu torbaya giricem diye. Girmekle kalmadı "Beni havaya kaldırın." dedi. Çok eğlenceliydi ama... Bazen onun yaptığı, yapabildiği şeyleri yapmayı ben de istiyorum. Ne güzel torbanın içine otursak da bizi de gezdirseler. Bizi de böyle şımartsalar.
Eşim hep anlatır, o küçükken ramazan ayında dedesine iftarı yaptırmadan kapalı bir oyuncakçı dükkanını açtırmış ve oyuncak almışlar. Ada da ona benzer bir şey yaptırdı dün dedesine. Biz on günlüğüne Ada, Sultan, ben, Balıkesir'e geldik. Ne güçlüklerle geldiğimizi de bir başka yazımda anlatayım.
Akşam vakti otururken dedesine o kadar tatlı "Dedecim bana oyun hamuru alabilir misin?" dedi ki anlatamam. Karşısında taş olsa erirdi. Babam bu isteğini geri çeviremedi. Giyinip oyun hamuru almaya gittiler. Sonra da gelip mutlu mutlu oynadılar.
Maşallah...

Şeker Sultan

-Sultan, yat! diyor, Ada, eğer Sultan başını kaldırmaya çalışırsa.


Sultan'ın da iyi vaktine denk geldi. Uykusu olduğu için Ada'yla pek uğraşamadı. Takmadı kafasına, arada uyukladı. Böylece Ada da rahat rahat o pulları Sultan'ın sırtına dizebildi. Bize de çok güzel görüntüler ortaya çıktı. Ben de hemen fotoğraflarını çektim.
O pullar bizim tombala pullarımız. Tabii Ada onları bonibon şekerlerine benzetti. "Sultan'ın üstüne şeker koydum." dedi.


Sonra da "Şeker Sultan" dedi ve bu yazının da başlığı ortaya çıkmış oldu.


Doğal olarak Sultan onları sırtında pek tutmadı, silkindi ama sağolsun fotoğraf çekmemize izin verdi.


Son olarak da bu şirin pozu verdiler. Ada'nın yüzüne bakar mısınız, sevgi dolu, romantik...
Çok zor ikisini de büyütmek ama bazen iyi oldu da diyorum, Ada'yı öyle görünce. 

13 Aralık 2012 Perşembe

Küçük Emrah

İtiraf ediyorum: Küçük Emrah, benim ilk aşkımdı... 
Bunu nasıl yaptın demeyin oldu işte...
Sanırım yedi yaşlarında falandım. Okumayı biliyordum galiba... Babama ilk aldırdığım kaset Küçük Emrah'ındı. Alışımızı hala hatırlarım, O kasetin raftaki duruşunu, onu alışımızı, kasaya parayı ödeyişimizi.... Aman  Allah'ım tam bir aşk hikayesi gibi... Her şey hatırımda... Küçük Emrah'ın kapak fotoğrafındaki kıyafetini bile hatırlıyorum. Lacivert bir gömlek ve gömleğin üstünde de kenarları beyaz çerçeveli mavi bir süyeter vardı... Hey gidi günler... Gizli gizli fotoğraftaki Küçük Emrah'ı dudaklarından öperdim.
Bir de annem anlatır "acıların çocuğuyum" diye bir şarkısı varmış. Ben onu "hacıların çocuyuyuuuumm" diye söylermişim. Ne komik değil mi! Kendime çok gülüyorum bazen. Ama kendime gülebilme özelliğim çok hoşuma gidiyor. Bu insanın kendiyle barışık olduğunu gösterir. Çoğu insan komik yanlarını saklar. Alay edilmekten korkar. Bunlardan bahsetmek erdemdir bence. Hayata karşı duruşunuzu dikleştirir, kendinizi her yönüyle kabul etmek... Ben varım ve bu halimle karşınızdayım mesajini verir. Onun için bir arkadaş toplantısında kendiyle ilgili komik bir anıyı paylaşan benim gözümde daha değerlenir çünkü bu o kişinin kendine güvendiğini gösterir.
Tamam artık sevmiyorum Küçük Emrah'ı, hatta hatırımda kalan en son halindeki saç modeline de gıcık oluyorum ama saklamıyorum: bir zamanlar ben de sevdim. Yedi yaşında olsam da sevdim işte:)

Empati

Evet, yaşıyorum canlarım. Arada arayı uzatıyorum, kusura bakmayın. Her zaman aynı sıklıkta yazı çıkmıyor. Bazen tıkanıyorum bazen de o kadar çok şey yazmak istiyorum ki konuların istilasına uğruyorum. Bu sefer de onların arasından sıyrılıp bir şeyler yazamıyorum. Suskunluğum bundandır ama sonra açılıyorum. Bu bir doğurganlık dönemi oluyor. Uyuyorum sonra yeni doğan güne apak bir zihinle uyanıyorum. Bu da öyle bir dönem oldu benim için. Suskun dönemlerimde yazmayı bıraktığımı sanmayın. İçimdeki çıkmazdan çıkmaya çalıştığımı bilin yeter. Ben yine gelicem. Onu düşünün.
Hayatta çoğu zaman ikili yaşayan biriyim. Hiçbir şey yazamama ya da çok şey yazmak isteme arasında gidip geldiğim gibi... Gidiş gelişlerim keskin oluyor. Ya o uçtayım ya öbür uçta... Aynı beni tanıtan yazımda yazdığım gibi "bazen her şey bazen hiçbir şey"... Her şeyin iyi ve kötü yanlarını görmeye çalışıyorum. Bu da çok yoruyor çünkü bana yapılan bir haksızlıkta bile karşı tarafı kendi içimde haklı çıkarabiliyorum. Bu da kendimi savunmama engel oluyor haliyle. Yani galiba empati yeteneğini had safhada yaşayan biriyim ama bu hep böyleydi... Hayat tarzı oldu benim için. Ben hep karşı tarafı anladım. Sustum. Kendimi savunamadım. Neyse hayırlısı. Bazen zor olsa da şikayetçi değilim. Bu durum beni sakin olmaya itti ve sakinlik bana çok şey de kazandırdı. Hem de gerçekten çok şey... Mutluyum bu halimden. Hem insan gitgide olgunlaşıyor. Artık insanları olduğu gibi kabul etmeyi daha da başarabiliyorum. Bu ruhuma huzur da verdi. 
Bak yine ne yazacaktım ne yazdım... Size Küçük Emrah'ı anlatacaktım. Onu da yarın yazayım o zaman. Hem konumu da seçtim. İyi oldu:)
Hoşçakalın şekerler...

10 Aralık 2012 Pazartesi

Pazorttesi

Mutlu haftalar efendim. Sizin de masa başında oturup çalışma vaktiniz geldi değil mi?


Ya da benim gibi evdeyseniz de pazartesi günü yaşadıklarınız pek değişmiyor. Bugün insanın biraz daha morale ihtiyacı oluyor. Yani çalışanlar da evde çalışanlara özenmesin, Pazartesiler herkese aynı. Bugünün adını depresiflik günü koysaymışız:) 
Neyse açılalım, coşalım. Geçicek bugün, alışıcaz yeni haftaya. Bakın  alıştık bile... Ooh ne güzelmiş, iyi ki de gelmiş. 
Sabah kahvaltınızın tadını iyi çıkarın...
Hoşçakalın...
Gerçekten kelimedeki gibi hoşça kalın. Ne güzel bir sözcük değil mi! Kullanırken güzel üretilmiş bir sözcük olduğunu unutuyoruz bazen. Kim bulduysa tebrik ediyorum:)